crusade_movie

HAÇLI SEFERLERİ

Haçlı Seferleri, Batılı Hristyanların Kudüs’ü ve diğer kutsal kentleri Müslümanlardan kurtarmak amacıyla düzenlenmiştir.

8. yy.’da Müslümanların İspanya’yı feth etmesi ve Müslüman Türklerin 1071’de Anadolu’ya yerleşip kısa sürede Nikaia’yı(İznik) merkez edinerek İmparatorluğu tehdit etmesi Batı’da büyük kaygılara neden olmuştu.

Bizans İmparatoru I. Alexios Kommenos Türk tehdidine tek başına karşı koyamayacağını anlayınca 1095’de Batı dünyasından yardım istedi. 18 Kasım 1095’de Clermont Konsilini toplayan Papa II. Urbanus Doğu Hristyanlarına yardım etmenin dini bir vazife olduğunu ve bu sefere katılanların günahlarının affedileceğini duyurdu. Çağrı Papa’nın beklediğinden de olumlu karşılandı ve sefere katılanların zırh ve kalkanlarında “haç” taşımaları kararlaştırıldı.

IV. HAÇLI SEFERİ

Papa III. Innocentus 1198 yılında IV. Haçlı Seferi için bir ferman yayınladı. Champagne Kontu III. Tribaun’un çağrısınada pek çok Fransız soylusu olumlu cevap verdi. Sefere katılanlar Venedik gemileriyle taşınacak ve Venedik’e taşıma ücreti ödenecekti. Kazanılan topraklarda Fransa ve Venedik arasında paylaştırılacaktı.

Venedik’in bu seferde bu denli etkin rol almasının en önemli sebebi Doğu Roma ile içinde bulunduğu durumdur. Venedik bu seferleri Konstantinapolis üzerine yöneltmiştir çünkü 1182 ve 1185 yıılarında Konstantinapolis’te bulunan Venediklilere şehrin yerli halkı tarafından saldırılmıştı. Ufak çapta yağmalama hareketleri görülmüştü. İşte Venedik bu yüzden seferleri Kudüs’e değil Konstantinapolis’e yöneltmeyi tercih etti.

Haçlıların bir bölümü direk Anadolu’ya gitmeyi yeğledikleri için 1202 yılında Venedik’e beklenenden az Haçlı ordusu ulaştı. Öte yandan Venediklilere ödenecek para da karşılanamamıştı. Bunun üzerine, ulaşım karşılığı Macaristanın Zara kentinin Venediklilerce yağmalanmasına yardım edildi. Her ne kadar sefere katılan pek çok kont Hristyan üstelik Katolik olan bir şehri yağmalamayı istemese de şehir yağmalandı ve Venediklilere teslim edildi. Venedik’in az önce de belirttiğim gibi Doğu Roma ile olan çekişmeleri sebebiyle 1202 yılında Haçlı seferinin Konstantinapolis’e yöneltilmesi karalaştırıldı.

13 Nisan 1204 yılında Haçlılar şehri ele geçirdi ve büyük bir yağma başladı. Sultan Ahmet Meydanında bulunan ve Mısır’dan gelen dikilitaşın yanında ki örme sutunun etrafı pirinçle kaplanmıştı. Böylece güneş gördükçe altın gibi parlardı. İşte haçlılar bu pirinçleri altın sanmış ve sökmüşlerdi.Ayasofya dahi bu yağmadan nasibini almıştı.

İşte 1204 yılında yaşanan bu olaylar ile Doğu ve Batı arasında bir uçurum oluştu. 3 günlük yağma sonucunda şehirde asayiş sağlandı ve Bizans İmparatorluğu yerine İmparatroun Flandre Kontu I. Bouidin, patriğin ise Venedikli Tomasso Monosino olduğu Latin İmparatorluğu kuruldu. İmparatorluk ise 50 yıl boyunca Nikiai’yı merkez edindi. 1261 yılında Ceneviz yardımıyla Konstantinapolis’i tekrar ele geçirdi.

Bu şekilde Katolik-Ortodoks çekişmesi had safhaya ulaşmıştır. Roma’dan gelen kardinal aforoz beraatını Ayasofya’ya bırakmış ve böylece tek doğru Hristyanlık Batı Hristyanlığıdır demiştir.

DOĞU-BATI BÖLÜNMESİ

Aslında bölünme 1054 yılında başlamıştı. Konstantinapolis patriği Mikhail Kerularios ile Papa IX. Leo’nun karşılılı afarozları Hristyanlık için bir dönüm noktası olmuştu. Aslında daha da geriye gidersek ilk uzaklaşma 5. yy.’da başlar. Doğu’da 3 piskoposluk öne çıkmaktaydı. İskenderiye, Antakya ve Konstantinapolis. İmparatorluğun merkezi Konstantinapolis’e kayınca ve İskenderiye ile Antakya Müslümanlarla savaş duruma geçince, Konstantinapolis daha da önem kazandı.

Batı’da yani Roma’da daha sakin bir hava vardı. Papa bunu kulanarak kendi ululuğunu Doğu’ya kabul ettirmeye çalışınca bölünme kaçınılmaz oldu. Farklı temellere oturtulmuş iki mezhebin çekişmemsi mümkün değildi. Doğu Yunan felfesefesini, Batı ise Roma hukukunu temel alıyordu.

Katolikler Doğu’ya danışmadan Baba-Oğul sorununu kendi başlarına çözümlemeye kalkışmaları da bölünme için yeni bir sebep oldu.

İşte tüm bu ilahiyat kavgaları sürüp giderken Rumları Batıdan asıl koaracak olay yaşandı. Az önce anlattığım IV. Haçlı seferi… Batı, II. Lyon Konsilinde(1274) ve Ferrera-Florance Konsilinde(1438-45) birleşmeyi önerdilerse de 1204’ü unutmayan Bizans bunu reddetti.

Bundan sonra ilk kez 1964 yılında Ekumenik Patrik  I. Anestenagoras ile Papa VI. Paulus Kudüs’te buluştular. 1965 yılında karşılıklı aforozların kaldırılması konusunda uzlaştılar ve bu birleşme ayinlerle kutlandı.

Kaynaklar

* Ana Britanica cilt 10  s. 255

* Ana Britanica cilt 14 s. 285

* Tairhimiz ve Biz  s. 39

* Tarihimiz ve Biz s. 187

Latin Harflerinin Kabulüne Giden Süreç…

Latin Harflerinden oluşan Türk alfabesi 1 Kasım 1928’de kabul edilmiş olsa da, Cumhuriyetin her kurumu ve Atatürk’ün her devrimi gibi bunun da bir hazırlanış safhası vardı.

1928’den 124 yıl önce yani 1804’te Latin alfabesi kullanılmaya başlanmıştır. 3.Selim’in kız kardeşi Hatice Sultan sahil saray yaptırdığı Fransız mimara Türkçe öğretmiş, mimarsa Sultana Latin alfabesi ile yazmayı öğretmiştir. Bu yolla anlaşmışlarladır.

Ancak ilk resmi teklif Azerbaycan Türklerinden Mirzafedali Ahundof tarafından yapılmıştır. 1857 yılında Arap harflerinin ıslahı konusunda bir rapor hazırlamıştır. 1863’te (bazı kaynaklar 1862 olarak ta göstermiştir.) Yusuf Şah adlı hikâyesinde kendi geliştirdiği yazımı kullanmıştır. Bu konuda gerekli yardımları alabilmek için İstanbul’a gitmiş ve Baş vezir ile görüşmüştür. Dönemin Baş vezirinin emriyle bu rapor incelenmiş ve ilmi çevrelerden olumlu tepkiler almıştır. Ancak yazım matbaada kullanılması uygun görülmemiştir.

Ardından Tiflis’te çalışmalarına devam eden Ahunduf İran’a gitmiş (İran’ı o dönemde Türkler yönetmektedir. Devletin başında ise Türk Kaçar Hanedanı vardır) ancak buradan da istediği desteği alamamıştır.

Bundan sonra Rusya içindeki pek çok Türk, Latin alfabesine geçişi savunmuş ve Arap alfabesinin yeterli olmadığı ve çok zor olduğu konusunda birleşmişlerdir.

Bunun altında Arap harflerinin matbaada kullanım zorluğu, zor öğrenilmesi gibi nedenler yatmaktadır. Örneğin Avrupalı bir matbaacı, Latin harfleri ile saatte 1000 kelime üzerine çıkarken, Arap harfleri ile bu sayı 900leri geçemiyordu.

2.Abdulhamid Han döneminde bu tartışmalar Türkiye içinde durulmuş, çoğunlukla Kafkasya’daki Türklerce devam ettirilmiştir.

Türkiye’de ki 1908 Genç Türkler hareketinden sonra tartışmalar devam etmiş. Bu konuda en çok makaleyi ise Hüseyin Cahit yazmıştır. Ancak bir sonuç alınamamıştır.

Bununla birlikte bu yıllarda Tataristan Türkleri bu konuda oldukça ilerlemişler, dergilerinde sürekli bu konuyu işlemişlerdir. Zakir Ramiyefin, Ayrım Harfler adlı makalesi, Abad Alparuf’un Esterhan adlı yazısı, Sait Ramiyefin Esterhan adlı makaleyi tenkit etmesi gibi pek çok örnek gösterilebilir. Yine İdil adlı dergide Tatar Türkçesini Latin harfleri ile yazımı denenmiş ve Tatar Türkçesinin Latinceyle daha güzel ve anlaşılır yazıldığında karar kılınmıştır.

Türkiyat Kongrelerinde Tataristanlı ve Kazakistanlı temsilciler Arap alfabesini ıslah etme yoluna gittiyseler de başarılı olamadılar çünkü bu alfabe eksiktir ve matbaada yazımı oldukça zordur. Bu nedenle yukarda saydığım düşünürlerin yanı sıra diğer düşünür ve Türkologlarda Türkçenin Latin abecesiyle yazılmasını uygun görmüşlerdir. Bunda çağdaş dünyaya ayak uydurabilme kaygısı olduğunu da söyleyebiliriz.

Özbekistan’da 19. yy başından beri süregelen tartışmada 1923 yılında son nokta konulmuş ve “Türklerin birlik olması yolunda Latin harflerine geçişten başka şansımız yoktur” denilmiştir.

Türkiye içinde “huruf-ı mukatta’’ yani harflerin birleşik değil ayrı ayrı yazılmasını savunan görüş ortaya çıkmış. Ancak önce Balkan Savaşları ardından Dünya Savaşı patlak verince bu iş ertelenmiştir. Buna rağmen halk arasında olmasa da Konya’dan İstanbul’da ki sevgilisine mektup yazan bir asker, Fransız alfabesi kullanarak Türkçe bir mektup yazmıştır.

1922’li yıllarda Azerbaycan ve Özbekistan’da konu aydınlarca dile getirilmiştir. Ve kurultaylardan Arap alfabesini terk etme zamanının geldiği düşüncesi çıkmıştır. Ancak ne var ki bu görüş halka aktarılmamıştır. Ve ilginçtir hiçbir resmi veya tüzel harekette görülmez.

Resmi olarak Türk milleti ancak 1928’de Latin harflerine geçiş yapmıştır.

Kaynakça: Çağdaş Türk Lehçeleri

Sertaç Kayserilioğlu, NTV Tarih s. 57

Rahim Enflamon, Türk Dünyasında Latin harflerine geçiş tartışmaları üzerine

www.Türkoloji.cu.edu.tr